1984 İstanbul doğumluyum. Sistem mühendisiyim.Serbest dalış, dağcılık, bisiklet ve ultramaraton sporlarıyla ilgilendim. Dünyayı hep merak ettim.2013’te oldukça düşük bütçeli bir bisikletli gezgin olarak yolaçıktım. İstanbul’dan Tayland’a 16.000km pedal çevirdim. Yolda tanıştığım insanların misafiri oldum, Himalayalarda yüksek kasabalarda konakladım, yüklü bisikletimle 5400m’yi gördüm. Bisikletle dağ geçişleri yaptım, dünyanın en yüksek ultramaratonunu koştum, Nepal’in dağlarında yürüdüm. Yavaş ilerledim, sade yaşadım, az tükettim. 2015’te İstanbul’a döndüm. Sunum-söyleşiler yaptım, dergi ve portallarda yazdım. Kişisel fotoğraf sergileri açtım. Yeni bir tur planlıyorum; Latin Amerika. Bir projem ve yazılı eser planlarım var.
Hindistan’ın kuzeybatısında, vizesi bitmek üzere olan yabancı bir turisttim ve koşullar Tayland’a uçmamı gerektiriyordu. Myanmar’a Tayland’dan giriş yapacaktım. Uçmak yerine Hindistan’dan Tayland’a pedallamayı seçseydim, organize etmem gereken bir şey olacaktı ve bu da vakit ve nakit demekti. Detaylara girmiyorum, belki ayrı bir yazıda anlatırım durumu. Delhi’den Bangkok’a Thai havayolları ile direk uçtum.
Bir önceki yazımın sonunda da bahsettiğim gibi, Dharamsala’dan otobüs ile Delhi’ye geldim. Delhi’de ilk durak olarak Anil’in evine gittim. Hintçede bir erkek ismi olan Anil, aynı sansan da bizdeki Anıl ile aynı değilmiş. Yeri gelmişken belirtmeliyim ki Türkçe ile Hintçe arasında bir bağ var ve iki dilde ortak olan pek çok kelime var. Bir şekilde diller arasındaki bu bağı batı-doğu hattında şöyle dizebilirim; Türkçe-Kürtçe-Farsça-Urduca-Hintçe. Bir çırpıda aklıma gelen bazı kelimelerin Türkçe ve Hintçeleri şöyle; aşk = eşk, badem = badam, balgam = balgam, dünya = dunia , ekmek (eski Türkçede nan) = nan, taze = taza, sebze = sebzi, tandır = tandoori.
Dharamsala şehrine ulaştım. Dharamsala şehir merkezi konaklanacak bir yer değil. Amacım 9 km daha yukarıdaki Mcleodganj’a gitmekti. Bu 9 km yol, koşulları git gide daha da zorlaşan asfalt bir yol. Kötü durumda delik deşik bir asfalt yolun ortalama bir stabilize yola göre en büyük eksisi çok sert oluşu. Asfaltta 15 cm derinliği bulan delikler bisikleti ve insanın kıçını hırpalıyor. Stabilize veya arazi yolunda durum farklı oluyor çünkü koşulları öngörebildiğiniz için yoldan bir beklentiniz olmuyor. Tozdu topraktı derken yol bir şekilde geçiliyor ve yine de bozuk asfalt kadar yormuyor ya da sinirlendirmiyor insanı. Pek küfürbaz olduğumu söyleyemem fakat bozuk asfaltta dünyanın küfrünü sarf ettiğimi saklamayacağım. Misal; yola odaklanıyorum, güzel güzel gidiyorum, iki saniyeliğine yol kenarındaki kuşa bakıyorum, ‘küttt’ diye dalıyorum bir çukura, ettiğim küfürlerin şaşkınlığıyla ne kadar geniş bir hayal dünyam olduğunu düşünüyorum. Öyle birşeyler işte.
Dharamsala, dev bir çarşı gibi. Oldukça işlek olan dar ve tek anayolun iki tarafında da yanyana dizilmiş sayısız dükkan var; nayloncu, manav, mobilyacı, dondurmacı, alüminyumcu, çay evi, züccaciyeci, tatlıcı, tüpçü, vb. üstünde. Daha dar olan ara yollardan ise şehir merkezinin araç trafiğine kapalı kısımlarına girebiliyorsunuz ve tabii orda da dükkanlar var. Dharamsala’dan demin bahsettiğim 9 km yolu çıktım ve Mcleodganj’a vardım. Devamını Okuyun